Ender Magnolia: Bloom in the Mist – İnceleme

Ender Magnolia’da yaklaşık 24 saati devirmiştim. Oyunun ilk sonunu gördüm, ikincisi sonla bitirmeden önce kalan başarımları tamamlamak için biraz grind yapmaya karar verdim. Sonrasında hemen son boss’un önündeki Respite’a ışınlanacak, alternatif sonu görmek için gerekli ekipmanı kuşanacak ve ilkinden çok daha zorlu olacağını bildiğim son düşmanı tekrar keseceğim. İşte o grind safhasında bir yandan da kafamda incelemeyi yazmaya başlamış, son kararımı oluşturmuştum. Arkaplanda çalan ve beynime işleyen o nefis müzik eşliğinde sıklıkla aynı şeyi düşündüğümü fark ettim. Ender Magnolia benim bugüne kadar oynadığım en iyi metroidvania’lardan biriydi ve bitmesini hiç istemiyordum.
Ender Magnolia’nın hikayesi Dumanlar Diyarı’nda, yeraltında saklı büyü kaynaklarıyla dolup taşan, gelişmiş ve büyülü bir süper gücün topraklarında geçiyor. Oyunun arkaplanındaki evren için magic-punk desem yanlış olmaz. Bu dünyada krallığın gelişimini hızlandırmak için yapay yaşam formları olan Homunculi’ler yaratılmış ama derinlerden yükselen zehirli dumanlar zaman içinde bu varlıkları delirterek vahşi canavarlara dönüştürmüş.
Oyunda Lilac adında ufacık, tefecik, sevimli bir kız çocuğunu yönetiyoruz. Lilac Homunculi’leri kurtarabilme yeteneğine sahip bir Uyumlayıcı, yani Attuner. Gerçekten de oyun dünyasında karşılaştığımız ana homunculi’leri yendikten sonra onlarla Uyum sağlıyor, yeri geldiğinde anılarını öğreniyor, yeri geldiğinde yanımıza alıyoruz. Konuya dair daha fazla detay vermeyeceğim, çünkü gayet güzel anlatılan ve içinde sürprizler de barındıran bir hikayesi var oyunun. Hani böyle hikayeyi hiç umursamadan tık tık oynadığınız veya hikayesini aşırı gizemli bir şekilde anlatmaya çalışanlar oyunlardan biri değil. Anlatım ve oynanış birbirine son derece uyumlu ilerliyor Ender Magnolia’da.
Ender Lilies oynadıysanız oyunun temel mekaniğini biliyorsunuzdur ama ben yine de bir hatırlatmak isterim. Lilies’teki Lily gibi Magnolia’daki Lilac da aslında barışçıl bir karakter. Öyle elime silahı alayım, birinin kafasına çakayım gibi yetenekleri yok. Saldırı işini halledenler uyumlandığımız homunculi’ler. Örneğin oyunun hemen başında yanımıza aldığımız Nola bizim yakın mesafe saldırılarımızı üstleniyor. Yani biz saldırdığımızda aslında hemen arkamızda cisimleşen Nola saldırı yapıyor.
Oyunda ilerleyip gerek hikayesel bazı karakterlerle tanıştıkça, gerekse bazı boss’ları yendikçe yanımıza aldığımız homunculi’lerin sayısı artıyor. Bunların bazıları menzilli saldırı, bazıları “baskı” saldırıcısı, bazıları daha bir savunma ağırlıklı, bazıları ise otonom. Burada gerçekten de güzel bir çeşitlilik var. Dahası X, Y, B ve RB tuşlarına dört farklı homunculi atayabiliyorsunuz. Yani mesela X ile yakın saldırı yaparken Y ile baskı ateşi açabiliyor (ateş ederken hareket etmek serbest), B ile kendiliğinden saldırı yapan otonom bir homuncili açarken RB ile cooldown doldukça güçlü bir saldırı yapan birini kullanabiliyorsunuz. Hangi tuşa kimi atayacağınıza dair bir kısıtlama yok, tamamen oyunu oynama tarzınıza bağlı bu seçim.
Dahası çoğu homunculi’nin seçebileceğiniz 3 ayrı yeteneği bulunuyor. Yine Nola üzerinden konuşacak olursam başta kılıcınız var, ama isterseniz daha uzun bir menzile sahip tırpana veya daha ağır ama sert vuruşlar yapan baltaya geçebiliyorsunuz. Bir de ileride açtığınız Attuner Art var ki cooldown doldukça her silahın özel art saldırısını da kullanabiliyorsunuz. Oyunun savaş sistemi inanılmaz dinamik hazırlanmış. Ben oyunu neredeyse baştan sona belli bir yetenek setiyle oynadım ama diğer yetenekleri de açarak arada test ettim ve her türlü kombinasyonda çok iyi iş çıkarabileceğinizi söyleyebilirim.
Özelleştirmeler bu kadarla da kalmıyor. Lilac bir kabuk, iki bilezik, bir de totem alabiliyor üzerine. Bilezikler çeşitli statlarınıza bonus verirken, totem ve kabuklar bazısı aktif bazısı pasif özel bonuslar kazandırıyor size. Bu da yetmiyormuş gibi Hollow Knight’taki charm sistemine benzer bir relic sistemi var. Topladığınız relicler belli sayıda slot gerektiriyor, oyunda ilerledikçe 24’e kadar slot açıyor ve dilediğiniz relic kombinasyonlarını kullanmaya başlıyorsunuz. Farklı kombinasyonlar denemek isteyenler için de farklı setler kaydetmek ve tek tuşla ekipman ve yetenek setleri arasında geçiş yapmak mümkün. Süper düşünülmüş.
Durun daha bitmedi övmelerim. Ender Magnolia bir metroidvania’da gördüğüm en QOL odaklı harita sistemlerinden birine sahip ve buna bayıldım. Bir harita parçasında alınacak bir toplanabilir, bulunacak gizli bir oda, yol vs kalmadıysa o harita parçası maviye dönüşüyor. Böylece özellikle de oyunun sonlarında toplanabilirleri ararken hiç zaman kaybetmiyor, sadece gri alanlara odaklanabiliyorsunuz.
Haritada kilitli kapılara veya aşamadığınız bariyerlere geldiğinizde o yerin üzerinde ? görüyorsunuz. Diyelim ki yeni bir keşif yeteneği kazandınız, o yeteneği kullanarak açabileceğiniz bariyerlerdeki ? kalkıyor ve fareyle üzerlerine gelince hangi yetenekle açabileceğinizi görebiliyorsunuz. Dinlenme noktaları olan Respite’ların sıklığı gayet yerinde ve bunlar arasında hızlı seyahat yapabildiğiniz için metroidvania’ların olmazsa olmazı backtracking çile olmaktan çıkıyor. Ah bir de önemli quest NPC’leri haritada işaretlense tadından yenmezmiş.
Ender Magnolia’nın bir diğer öne çıkan yanı ise inanılmaz güzellikteki grafikleri. Ender Lilies de görsel açıdan bir şölendi ama Live Wire Magnolia’da çıtayı çok ileri taşımış. Biyomların birbirinden farklı görselleri, o görsellerdeki detaylar, karakter tasarımlarındaki derinlik çok ileri bir seviyede. Respite’ların bile görselleri bulundukları bölgeye göre değişiyor ve buralarda oturup ekibinizdeki homunculi’lerle muhabbet ederken görselliğin keyfini çıkarmanızı öneririm.
Oyunun müziklerini yine Lilies’teki gibi Milo grubu bestelemiş ve ortaya Lilies’i aşan bir sonuç çıkmış. Steel District başta olmak üzere bazı bölgelerde çalan müzikler oyunu kapattığımda veya alakasız bir zamanda iş yaparken bile aklımdan çıkmadı; hatta şu an bile kafamın içinde çalıyor ve bundan hiç rahatsız değilim.
Şimdi açıkçası bu türü herhangi birine gerçekten sevdirmek istiyor olsam önereceğim oyunların listesi kafamın bir yerinde kayıtlı. Mesela o listede Prince of Persia: The Lost Crown var, Blasphemous 2 var, Hollow Knight var. İşte onların yanında artık Ender Magnolia’nın da ismi var. Zorluk seviyesinin en ince detaylarına kadar kişiselleştirebildiğini de düşünürsek erişilebilirlik anlamında da en üst sıralarda önerilebilecek bir oyun olmuş kendisi.